Babamm

Can parem, birtanem babam

Gözümü açtığımda gördüğüm ilk aşkım

Mutluluğumu paylaştığım,

Üzüntüyle dertleştiğim,

Can yoldaşım babam.

Göbeğini yastık yaptığım,

Kokusunda evimi bulduğum,

Huzurum babam.

Özlemim, doyamadığım,

Yollarına hasret kaldığım,

Gurbet  babam.

Özleyince sütlü kahveyi bahane edenim

Beni evin neşesi belleyenim

Bir tanecik kızının  babası,

Kar tanem babam

Esmerim, mavi gözlüm,

Dünyanın en yakışıklısı babam.

Hediye alanım, gelişiyle hediye olanım,

Sevincim babam.

Kötüye bile kötü konuşmayanım

Herkesi kendi sananım

Elleri büyük, yüreği yumuşacığım,

İyi kalpli  babam.

Ekmek getirenim, eksik bırakmayanım,

Biz yemeden boğazından geçiremeyenim

Balsız, çikolatasız eve gelmeyenim,

Baldan tatlı babam.

Hem yüzü, hem gözü gülenim,

Ben sensiz nasıl gülerim,

Bir ömür hasret kalacağım ah babam…

KANSER


“Zihnimde kanserli hücreler var.

Hepsi en zayıf anımda beni ele geçirmeye hazır.”


Kanser neydi?

Bi anda zararsız hücrelerin kendini tanımadan başka bir hal alması. Bilinen ve zararsız olana savaş açması. Zarar veren galip gelirse sonu ölümle sonuçlanıyor.

Neden kanserli hücrelerin en sevdiği şey zayıf kalma durumudur?

Eğer duygulardan yola çıkarsak, Aşık olmak bu tanıma uyuyor diyebiliriz.

İkinin bir anda bir olması. Sevgi ve uyum içinde.

Peki ya uyum ve aşkın büyüsü icerisindeyken bi  anda başkalaşırsak ve aslında olduğumuz kişiden uzaklaşırsak, hatta ve hatta öncesinde nasıl olduğumuzu unutursak sonunda ölen ne olur?

Sevgimiz mi sadece? Belki benligimiz?

Bu yazarın yaşadığı başkalaşımın farkına vardığı anları okuyalım;

“Seninle güçsüz olmanın yolunu biliyorum.”  “Sensiz güçsüz olmakla yeni tanıştım.”

İkisi de zor.

Birisinde yavaş yavaş ölüyordum şimdi ise sürekli küllerimden doğup, görünmez  bir el tarafından alnıma kurşun yiyiyorum.

Hep üzen adamları taç ediyormuşuz başımıza. Biz kadınların hastalığıymış bu.

Beni üzersin diye sevmedim ki seni, sende beni.

Birbirimiz için yaratıldığımızı düşünüp sevmiştik. Sonrasında yaratılışımızı yok saydık.

Sağlıksız olan seninle yaşadıklarım mı

Yoksa sana sevgimden, yok saydıklarım mı bilmiyorum.

Hayatımdaki tüm netlikleri kaybettim.

Bu belirsizlik beni ölüme benzer bir sessizliğe itiyor.

Şimdi sensiz güçlü olmanın yollarını arayacağım.

Hayatta iyi olduğum şeyleri seninle unuttum sevgilim.

Seni tanıdım. Kendimi unuttum.

Şimdi seni unutursam kendimi bulur muyum?

Merak


Şu özgür ruhumu  bir başka bedende, bir başka hayatta taşısaydım;

hala özgür bir ruh olabilir miydim?

Tüm değişkenlerle mi ben benim, tüm değişkenlere rağmen mi?


Ruh, kendi başına karar alabilir mi?

Kendi cennetini veya cehennemini mi seçer, yoksa yaratır mı?

Ve eğer sonunda mutlak öğrenilmesi gerekilen bir hayat dersi varsa;

dersin sonunu belirleyen Tanrı,

başlangıcını bizim seçimimize bırakmış olabilir mi?

Son sözler

Hepimiz iyi ve güzel duyguları harcamaya geldik dünyaya. Hepimizin görevi bu olmuş.
Herkes öbür dünyaya saklamış bütün iyileri.
Halbuki büyük bir bilinmezliğe bu kadar değer affetmek ne kadar aptalca.
Belki son saniyelerimde bunları düşünerek ayrılacağım şimdiki hayatımdan.
Ya da öylece gideceğim işte.

Ressam

Işığa sahip olabilmem için karanlığa sahip olmalıyım.

Zıt şeylere sahip olmalısınız; ışık ve karanlık, karanlık ve ışık.

Resme devam…

Işığa karşı ışığınız varsa hiçbir şeyiniz yoktur.

Karanlığa karşı karanlığınız varsa hiçbir şeyiniz yoktur,

Hayatta olduğu gibi…

Arada bir hüzünlenmen gerekir,

İyi zamanların geleceğini bilmeliyiz.

Şimdi iyi zamanların gelmesini bekliyorum.

-Bob Ross

İnanca Yakın.

Bugün başka bir gün.

Başka esiyor rüzgarım.

Kıyılarım sakin.

Hayallerim ise uzak görünüyor.

Bu uzaklık, serap gördürüyor kimi zaman.

Kıyılarımda yürüyorum.

Tepemi görüyorum aniden. O da endişeli.

‘Tepeye çıkıp denize bir de uzaktan bakmalıyım.

Bu sakinlik uzaktan huzura benzeyecektir’ diyorum içimden.

Ve olacakları biliyorum;

Kumsaldan çıktığım an, önce biçimsiz taşlar karşılayacak beni yolda.

Ardından dikenli otlar belki.

Canım acıyacak.

Farklı bir yol seçmenin cezasını çektirecekler bana.

Yaralarım olacak; kanayacak, yakıcak, kaşındıracaklar.

Acının düzeyi ne zaman değişse, vazgeçmeye yaklaşacağım.

Daha sonra bu his, hissizliğe bırakıcak yerini.

Zevk alacağım bundan, alışkanlık haline gelicek.

Belki bir süre sonra vardığımı bile farketmeyeceğim.

Yol ile kurulan bağ, unutturacak bana tepenin  uzaktan silüetini.

Tepe, kıyılarımdan daha tanıdık gelecek.

Ruhum, bir günbatımından bana göz kırpacak.

Varlığımın huzurunu izleyeceğim.

Gün doğunca yeni bir tepe belirleyeceğim…

Yolda yürümeye yabancı

Yolumu nasıl bulabilirim, bana öğretilmedi. Yolda neleri referans almalıyım? Neyden emin olmalıyım, neyden olmamalıyım? Kendime nasıl yaklaşmalıyım? Peki ya insanlara?

Her şeyi bizzat öğrendim. Sorular sordum, merak ettim..

Ancak hiçbir zaman yeterli olmadı.Hiçbir konuyu tam anlayıp içselleştiremedim.

Bir karar almam gerektiğinde de ya kafamı kaşırdım ya da bir yerlerimi ovuştururdum. Daha sonra bu bilinmezlik de bende stres yaratır ve günümü keyifsizleştirirdi.

Genellikle kararlarımı hislerime göre verirdim. Hislerim safi bana ait olduğunda, rahatsız olmadığım, huzurlu bir noktaya ulaşırdım. Fakat ne zaman bana rehberlik etmeyenler sadece rehberlik etmemekle kalmayıp, aynı zamanda yargılamaya da başlasa. Bu yargılamalar, duygusal yapımı etkiler ve kendimi cezalandırmama sebep olurdu.

Doğumundan bu yana bilgiyi aldığın kişiler belirli bir bilgiyle yoğurulmamış ya da çizgilerini oluşturmadılarsa, her yerde siyah bir resimde tek beyaz nokta gibi kalıyorsun. Ne başın oluyor ne de sonun. Orada öylece yapayalnızsın.

Sonra her kim seni çekiştirirse, oraya doğru yol alıyorsun. Ancak her çekiştirmede bir öncekine yabancı kalıyorsun işte. Silikleşiyorsun.

Tıpkı en başından kendini de bir türlü tanıyamadığın gibi.

Merhaba, geldim ve gidiyorum.

Günlerdir bu anı bekliyorum.

Yüzümde bir Berlin duvarı bu sabah kapıdan çıktım.

Kaldırımın tek kişilik olmasına memnun oldum.

Fazlalık olanın ben dışında her şey oluşunu yine hissediyorum.

Tanıdık yollardan geçtim.

Daha fazlasını istemiyorum.

Merhaba, geldim ve gidiyorum.

Sıfırı daha büyük rakamlara taşıdığım, büyük patlamama doğru yol aldım.

Tanıdık yüzlerden gözlerimi kaçırıyorum.

Hoş sohbetleri severim ama biraz gereksiz buldum.

Anlıyorum daha zamanı gelmemiş.

Merhaba, geldim ve gidiyorum.

Seninle tanıştığıma memnun oldum, seninle de, seninle de…

Fakat zamanı değil hoş sohbetin, güzel içkinin.

Berlin duvarım yüzümde.

Belki sizin de öyle.

Daha fazla rahatsız edilmeyelim.

Belli ki başlamanın zamanı değil.

Merhaba, geldim ve gidiyorum.

Neden sevmedin?

Karamsarlık mı, karanlık mı, ne dersen de.

İnsan bir saniye, bir saat, bir süre…

Ne kadar zaman dersen de.

Bir kere olsun annesi tarafindan hiç sevilmediğini düşünsün,

Uğruna planlar yapıp, umut ettiği dünyası alt üst olur.

Hiçbir dünya için böyle bir kıyamet sahnesi yazılmamış.

Neden geldin bu dünyaya? sorusunu ilk duyduğu ana gider.

Ve daha kinayeli biçimde tekrar geçirir soruyu, kulak zarından.

Sonra bir boşluk hayal eder içinde,

Asla dolduramayacağı.