öyle oluyor ki

Bir an durdu. Yüzünde çaresiz bir iç çekişin sancıları görünüyordu. Önce güçlü, cümlenin sonuna yaklaştıkça yavaşlayan ses tonuyla ekledi;

”Bazen kendimi o kadar güçlü hissediyordum ki elimde olmayan şeyleri bile elimde olacak şekle koyabilirmişim gibi geliyor. Ancak bazen de kendimi bir o kadar da güçsüz hissediyordum ki elimde olan şeyler için dahi parmağımı kıpırdatamıyordum.”

duygular besleyememek(hissizleşmek)

Nasıl anlatsam? Nasıl anlatsam biçareliğimi…Sanki çok uykun vardır fakat deliksiz bir uyku için yeterli değil. Çok ağlamak istersin ama gözyaşın sel olacak kadar değil. Ayağa kalkmak istersin, hatta içinde o gücün olduğunu bilirsin; ışığı bile yansır dışına. Fakat bedenin hareket etme niyetinde değil.

Kalırsın ortada, arafta.

Sebebini öğrenmek üzerine…

İçimde ki eksikliğin yarattığı bu isteksizliğin bu ilahi ışığın kaybının nedenini sorgulamaktan diğer bildiğin tüm kalan yanlarıma yabancı kaldım.

Tek An

Bazenleri yaşanmış basit şeyleri dinlemek beni rahatlatır. Olayları dinlerken sanki o anı yaşıyor ve o anı yaşamaktan, başka şeyleri düşünmeye vakit bulamıyorum.

Bu yaşıma kadar duyduğum tek şeycesine dinliyorum. Bu olay yaşanmasa ya da bana anlatılmasa sanki hiç var olmayacakmışım gibi.

Ki böylesine bir hikaye, benim tüm içtenliğimle kabul ettiğim, daha önce hiç bağlanamadığım bağdaştıramadığım bu hayatta, bir halat görevi görüyor.

Yeni doğmuş bir bebeğin duyduğu ilk ses, uykudan uyandığında gördüğün ilk görüntü, aşkı hissettiğin ilk an gibi taze, yumuşacık ve ışıltılı tat.

Ve ben ilk defa benim, yalın haliyle en temizinden. Tepkiler, o an geliştiği gibi…

Aceleci ama yeterince.

Deniz üzerine uzanmak ve beklemek denizi. Bakalım nereye götürecek bendenizi.

Hazin

Kimine hoş bir esinti, kimine lodos

Bunca zaman geçmiş, ne kadar boş

Nereye bu yolculuk, durmadan koş

Geçmiş tanıyıp görmeyelilerle doldu.


Ne bir hatıra ne bir an

Sen benden ayrılalı, aynada

Görünenden başka bi şey kalmadı.

25.10.20

Bilmiyorum doktor hanım, inanıyorum ki yani bir yanım inanıyor ki ben de bir sorun yok.

Hayır yani ne oldu da böyle sessiz her yer?

Herkes nerede?

İnsanların hepsi aynı anda mı yalnız kalmak istediler?

Bu kadar mı yorgunlar hayattan artık.

Yoksa bu gardiyanı belli hapishanede durmaktan içlerine mi kapandılar?

Pencerelerine serçeler konmuyor mu artık?

Bu ıssız sokaklar, tanımadığım insanlarla dolu.

Nerde doktor hanım iki lafın belini kıracak dertli insanlar? Samimiyetimizi mi yitirdik zamanla?

İnsanlar artık fırın eldivenlerini takıp kabarmış yürekleri karşılamıyor neden?

Dışarıda tatsız bir havası var, kokusundan mustarip şehrin.

Aynalar eskisi gibi neşeli bakmıyor..

Uykularıma güzel rüyalar uğramıyor artık.

Pic:Endmion

Yol

Kaybolmadılar.

Ama ‘var’ değilller.

Ya kelimeler anlamını yitirdi,

Ya da anlamlar kendilerini başka kelimelere bıraktı.

Ancak kelimelerin yerini yenileri almadı.

O zaman kelimeler değersizleşti.


Bir yere varılmak istenmedi;

Varılması gerekilenden korkuldu.

Zaten varılamayacağı bilindiğinden vazgeçildi.

Bir ihtimal daha vardı;

Bir yere varamamak bir avuntuydu bir bahane.

Amaç varıp-varmama derdinde görünmekti.

Yol peki?

Yolun bundan haberi yoktu.

R:Jakup Schikaneder, Karanlık Yol, 1924

Sustum.

Yüzünde, aynaya baksa kendisinin bile anlamlandıramayacağı bir bakış vardı. Konuşmaya başladı.

“Başta çok zordu” dedi. “Halen zor.”

“Bu kadar zor olan ne?” diye sordum.

“Her şey, her şey o kadar yoğun ve karmaşık ki… Bir çok hissin aynı anda hissedilmesi kadar anlamsız.”

Çok kapalı konuştuğunu farketmişcesine bir bakış attım. Devam etti;

”İçimde bir çok duygunun mahkemesi var ve ben hepsinde suçluyum.” dedi.

“Neden?.. Neden kendini suçluyorsun?” diye sordum. Herkesten daha iyi tanıdığım birine böyle basit sorular sorduğumu kim görse ayıplardı.

“Bilmiyorum, sadece bunu durduramıyorum. Bazen saatlerce önemsiz basit şeyler hakkında konuşmak istiyorum hem de hiç durmadan. Ancak ne zaman konuşmayı bıraksam, içimdeki mahkemeden gelen çekiç sesi “Sessizlik!” diye bağırıyor.

İşte o an, o an yok olmak istiyorum. Görünmez olmak!..” devam etti.

Sevdiklerime karşı mahcup hissediyorum. Onları mahkememe tanıklık etmek için arkamdaki koltuklara oturtuyorum .

”Yüzleri yerde!” diye son cümlesinde bağırdı.

”Yaptıklarımın utancından olsa gerek.” diye ekledi kısık sesle.

Duruşumu dikleştirdim ve oturduğum koltuğa daha bir yerleştim.

Çok konuşan biri değildi. Böyle derinliği olan konuşmaları yapmayı sevmezdi. Ancak sevmese de ara ara gündem haline getirir, kendi içinde çözdemediği problemlerini sesli anlatınca daha anlaşılır olabileceğini düşünürdü.

“Neden, utanılacak ve bu kadar yargılanıcak ne yapmış olabilirsin ki?” dedim anlamamış bir tavırla.

“Bir çok şey” dedi.

Önceleri çok kez başkalarına cevapladığını hissettiren gözlerini ve sorduğum soruyu da alıp kahve fincanına doğru kaçırdı. Kahveden bir yudum alarak, daha net bakışlarla bana döndü.

Vazgeçmişti. Haklıydı, kafam burada değildi. Tek yapabildiğim hareketlerini gözlemleyip sıkıntısını anlamaya çalışmaktı. Ama nafile. Anlatıcakları, arasına bu kadar mesafe giren iki kişi içinde iyi gelmeyecek gibiydi.

Sustuk…